top of page

Zihnin Gizli Yaşamı

  • Yazarın fotoğrafı: Kent Siyaset
    Kent Siyaset
  • 3 Ara 2020
  • 4 dakikada okunur

Beyniniz Nasıl Düşünür, Hisseder ve Karar Vrir


Yazan: Meriç Öztürk

4 Temmuz 2020



Ünlü satranç ustası Miguel Najdorf, 1972 yılında gözleri kapalı şekilde 45 farklı tahtada 45 satranç oyunundan 39 tanesini kazandı ve yalnızca ikisinde rakiplerine kaybetti. Bu eş zamanlı oyunlarda bir dünya rekoruydu. Kendisi Polonyalı bir Yahudiydi, 1939 yılında ülkesini temsilen Arjantin’e gitmiş fakat ülkesini Nazi Almanyası’nın işgal etmesi nedeniyle geri dönmemeye karar vermişti. Ancak tüm ailesi, karısı, çocuğu, annesi ve dört erkek kardeşi Polonya’da kalmıştı. Najdorf bu dünya rekorunu “Belki de ailesinden birilerinin haberini alıp onunla iletişim kurar umuduyla,” kırdığını söylüyor. Ne yazık ki ailesi bir toplama kampında katledildi, kimse onunla iletişim kuramadı.

Najdorf’un bu eşsiz başarısının arkasındaki motivasyon ne olursa olsun, tanrı vergisi yeteneğini göz ardı edemeyiz. Yoksa yıllarca kendini satranca adamasını mı göz ardı etmemeliyiz? İşte bilim insanlarının yıllardır sorduğu soru: Yetenek mi çalışmak mı? İşte sizin için bu sorunun cevabı hakkında fikirler bulabileceğiniz bir kitap: “Zihnin gizli Yaşamı: Beyin Nasıl Düşünür, Hisseder ve Karar Verir”.

Arjantinli sinirbilimci ve aynı zamanda fizikçi olan Dr. Mariano Sigman Arjantin’deki Universidad Torcuato di Tella’daki sinirbilim laboratuvarında karar verme üzerine teorik ve deneysel çalışmalar yaparak süreci anlama ve “insan zihnini saydam kılma arayışında”. Kitabında ise zihne açılan bir kapı aralıyor. Bir insanın zihninin gelişimiyle başlayan bu macera, kişiliğin taşlarının döşenmesiyle devam ederken gerçekliğin algılanması esnasında beyinde olup bitene ışık tutuyor. Sonrasında ise genler mi çevre mi sorusu üzerine kafa yormanıza yardımcı oluyor. Kitabın amacını “kendimizi daha derinlemesine anlayabilmek için bizi biz yapan zihnimizi en ufacık kovuklarına kadar keşfetmek olarak” belirtiyor Dr. Sigman.

Kitap bir çocuğun gelişiminin ilk basamaklarını inceleyerek başlıyor. Son derece eğlenceli olan fenomenlerle, henüz konuşamayan bir çocuğun zihninin derinliklerine götürüyor okuyucuyu. Bu esnada kritik bir soru soruyor: Kendini henüz sözel olarak ifade edemeyen bir “birey”, sayısal ve dilsel kavramların yanında ahlaksal kavramlara da sahip midir? Bu soruyu Amerikalı psikoloji ve bilişsel bilimler profesörü Karen Wynn’in gerçekleştirdiği bir deney üzerinden cevaplıyor. Wynn ve ekibi, altı aylık bebeklere bir kukla gösterisi izletiyor. Bu gösterinin ilk perdesinde üçgen kukla bir tepeye tırmanmaya çalışırken bir kare kukla onun tepeye çıkmasına engel oluyor. İkinci perdede ise daire kukla, üçgen kuklanın tepeye çıkmasına yardımcı olacak şekilde hareket ediyor. Bu senaryoda, görmüş geçirmiş yetişkin bir birey için iyi ve kötü karakteri ayırt etmek oldukça basit. Peki altı aylık bebekler için de öyle mi? Bu gösteriden sonra bebeklerin kare veya daire kuklalardan bir tanesini seçmeleri isteniyor ve bebekler, tabii ki, tırmanmaya yardımcı olanı, daire kuklayı tercih ediyor. Bu da demek oluyor ki “henüz emekleme, yürüme veya konuşma çağına gelmemiş altı aylık bebekler daha nasıl oturup kaşıkla yemek yiyeceklerini tam keşfedememişken, iyiliği ve kötülüğü tanıyabilmektedir.”

Ardından Dr. Sigman bizi biz yapan şeyleri, kararlarımızı inceliyor. Okuyucuya “Başkalarına ve kendimize güvenmemizi sağlayan şey nedir?” sorusunu yöneltiyor ve beynin derinliklerinde bu soruya cevap arıyor. Ancak beyinde aranan bu cevap aslında kalpte saklı olabilir. Bir sinirbilimci ve satranç ustası olan Maria Julia Leone ile birlikte satranç tahtası üzerinde gerçekleştirilen bir dizi deneyde oyuncuların kötü kararlar vermeden önce nabızlarının değiştiğini gözlemlediklerini vurguluyor Dr. Sigman. Kötü kararlardan önce kalbin panikyaşadığını ancak oyuncuların bunu fark edemediklerini belirtiyor. “Eğer oyuncular bunu fark edebilselerdi, kalplerinin kendilerine söylediğini dinleyebilselerdi, belki de hatalarının birçoğundan kaçınabileceklerdi.” Öyleyse kalbimize, önsezilerimize daha fazla mı güvenmeliyiz? Cevap kitapta saklı.

Sonraki iki bölümde ise “Freud’u güncel sinirbilimle buluşturuyor” yazar. Bu bölümlerde Dr. Sigman okuyucuyu hem insanın hem de canlılığın en gizemli yerine, bilince ve gerçekliğe, seyahate çıkarıyor. Kafamızdaki sesin kendi sesimiz olduğunu nerden bildiğimizi soruyor ve seyahati böylece derinleştiriyor. Gün içinde hepimiz kendi kendimize konuşuruz ve bu konuşma her zaman sessiz olmak zorunda değildir. Fakat kendi kendimize konuştuğumuzun farkındayızdır. Ne var ki şizofreni tanısı olan bireylerin bir kısmı bu gerçeklikten bihaberdir, onlar kafalarının içindeki sesin kendi sesleri olduğunu anlayamazlar. Bunun nedeni beynimizdeki işitsel kortekste kendi sesimize karşı verilen tepkinin düşük olmasıdır. Fakat bu vakalarda durum farklıdır, onlar kendi seslerine de dış seslerle aynı tepkiyi veriyor. Yani, “bir şizofren kendi sesini eş zamanlı mı yoksa bir kayıttan mı dinlediğini dahi ayırt edemiyor.” Yine aynı bölümde 2005 yılının haziran ayında trafik kazası sonucu komaya giren bir kadınla sinirbilimin başarılı teknikleri kullanılarak nasıl iletişim kurulduğu anlatılıyor. Bunu “insan iletişiminin sınır taşlarından biri” olarak nitelendiriyor Dr. Sigman.

Son iki bölümde ise yazar öğrenme ve öğretme üzerine odaklanıyor. Beynin değişime yatkın olmasının öğrenmedeki en büyük avantajımız olduğunu belirten Sigman şu soruyu soruyor: “Beyni değişime az ya da çok yatkın kılan nedir?” Bir dizi zevkli deneyi açıkladıktan sonra Sigman sorunun cevabınınmotivasyon olduğunu söylüyor ve bu motivasyonu hem de beynin değişime açık hale gelmesini sağlayan dopamin nörotransmitterine işaret ediyor. Peki ya öğretme? Bir zamanlar Jean Piaget ile çalışmış olan Antonio Battro, Sigman’ın Buenos Aires’teki laboratuvarına bir fikirle gelmiş: Öğretme içgüdüsü, öğrenmekten çok daha gariptir çünkü insanı diğer hayvanlardan ayıran bu içgüdüdür. Kitabın son sayfalarında küçük çocukların aslında birilerine bir şeyler öğretmek için ne kadar da istekli olduğunu vurgulayan Sigman bu içgüdüye ışık tutarak kitabını sonlandırıyor.

Zihnin Gizli Yaşamı kendi deneyimimin bakış açısından nörobilimin bir özetidir. Ben nörobilimi birbirimizle iletişim kurmamıza katkı sağlayacak bir yol olarak görüyorum. Bu bakış açışınsan nörobilim; hem başkalarının bizi anlaması hem de tabii kendimizi anlamak için hislerimiz ve düşüncelerimizdeki tonları, renkleri ve nüansları -bazen henüz ilkel düzeyde- ifade etme yönünde insanlığın öteden beri süregelen arayışında kullandığı bir diğer araçtır” – Dr. Mariano Sigman.



Comments


bottom of page