top of page

Türkiye'de Kentleşme modelleri

  • Yazarın fotoğrafı: Kent Siyaset
    Kent Siyaset
  • 3 Ara 2020
  • 3 dakikada okunur

Şevket IŞIK


1950 öncesinde son derece yavaş olan kentleşme olayı, 1950’den sonra kırdan kente göçler nedeniyle hız kazanmıştır. Bununla birlikte, 1980’lere kadar olan dönem incelendiğinde, kentsel nüfus artışının genel olarak sanayi kentlerinde çok yüksek olduğu görülür. İstanbul, Batman, Kırıkkale, Adana ve çevresi, Karabük, Ereğli gibi merkezler 1950-1980 döneminde nüfusları hızla artan merkezlerden sadece bazılarıdır. Sanayi, 1980 sonrasında da ülkemizdeki kentleşmeye yön vermeye devam etmekle birlikte iki önemli etken daha ortaya çıkmıştır. Bunlardan biri turizm, diğeri ülkenin doğusunda yoğunluk kazanan terör olaylarıdır. Elimizdeki veriler, ülkenin güney kıyılarında Antalya çevresinde yoğunlaşan turizm faaliyetlerinin Antalya, Alanya, Marmaris, Fethiye, Manavgat, gibi merkezlerde çok önemli nüfus artışlarına neden olduğunu göstermektedir. Diğer yandan Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun kırsal kesiminde etkisini daha da ağır hissettiren terör olayları, kır nüfusunun, bölge içindeki çeşitli merkezlere göç etmesine yol açmıştır. Nitekim Van, Şırnak, Diyarbakır, Hakkari, Bismil, Viranşehir, Yüksekova, Siverek başta olmak üzere, çok sayıda kent büyük bir göçle karşı karşıya kalmıştır. Türkiye’deki kentleşme olayının esas olarak 3 model çevresinde geliştiği söylenebilir. Bunlardan sanayi, kentleşme modellerinin hem en eskisi hem de etkisini daha geniş bir alanda göstermiş ve göstermeye devam eden bir modeldir. Turizm ve terör kaynaklı kentleşme modelleri, sanayi kaynaklıkentleşme modeline göre çok daha yeni ve daha bölgesel bir nitelik göstermektedir. Turizme bağlı kentleşme Akdeniz kıyılarımızın batısında dar bir kıyı kuşağında ortaya çıkarken; terör olaylarının yol açtığı kentleşme modeli Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun bazı kentlerinde çok tipik bir kentleşme modeli oluşturmaktadır. Teröre bağlı kentleşme modelinin diğerlerinden en önemli farkı ise, bölge kentlerinde biriken nüfusun bu kentlerin düşük ekonomik potansiyelleri nedeniyle, kalıcı olmamalarıdır.


Türkiye’de kentleşme modellerini incelediğimiz bu çalışma, ülkemizdeki kentleşmenin esas olarak üç model üzerinde gerçekleştiğini göstermektedir. Bunlar sanayi, turizm ve terör kaynaklı kentleşme modelleridir. Sanayi faaliyetlerinin gelişmesi sonucunda ortaya çıkan ve kendini hızlı bir nüfus artışı ile gösteren model, söz konusu modeller içinde hem çok daha yaygın olması, hem de ülkemizin kentleşme modelleri içinde (Ankara dışında) ilk olması ile ayrılmaktadır. Nitekim sanayinin gelişmesiyle bir yandan iç dinamikleri ama en önemlisi göçlerle büyüyen kentler, Türkiye’deki kentlerin önemli bir kısmınıoluşturmaktadırlar. Bu kentleşme modelinin bir başka yönü de, Marmara Bölgesi’nde İstanbul’un doğusunda (İzmit, Gebze, Adapazarı, Bursa) ve batısında (Çorlu ve Çerkezköy), Akdeniz Bölgesi’nin doğusunda Adana çevresinde (Adana, Mersin, Tarsus, İskenderun) toplanmış olmalarıdır. Ege Bölgesi’nde İzmir ve ona yakın konumuyla gerek tarım, gerek sanayi faaliyetlerindeki gelişmesiyle Manisa ve tekstil sektöründeki gelişmesiyle Denizli diğer önemli sanayi kentleridir. Ülkenin iç kısımlarında ise başkentlik avantajını elinde tutmasıyla gelişen Ankara dışında, tarımdaki gelişmelerin sanayiye aktarıldığı Konya, Kayseri kentlerinin ve Güneydoğu’da Gaziantep; sanayi faaliyetleriyle büyüme kaydeden önemli kentler olduğu belirtilebilir. Sanayiye dayalı kentleşme modelinin bugün ulaştığı görünüme bakılırsa, bu modelin özellikle Marmara Bölgesi’nde varlığını ve etkinliğini koruduğu, buna karşılık ülkenin diğer bölgelerinde söz konusu kentleşme modelinden çok, turizm veya terör kaynaklı kentleşmenin ön planda olduğu söylenebilir. Elimizdeki verilerin ortaya koyduğu bir başka sonuç ise ülkemizde son 15-20 yıl içinde Akdeniz kıyılarımızda rastladığımız ve “turistik kentleşme” diyebileceğimiz bir kentleşme modelinin ortaya çıkmasıdır. Güney Antalya Gelişim Projesi ile birlikte Antalya ve çevresinde gerçekleştirilen turizm yatırımları, yalnız turizm alanında değil birçok alanda istihdam olanağı yaratmıştır. Bu durum Antalya ve çevresindeki kentlere de yoğun bir göç yaratmıştır. Nitekim 1990’da Antalya nüfusunda, başka ilde doğanların oranı % 26’iken, bu oran çok hızlı bir artış göstererek 2000 yılında % 41’e ulaşmıştır. Nüfusunda başka ilde doğanların oranında bu kadar artış gösteren hiçbir ilin olmaması, Antalya’ya yönelik göçün bir diğer göstergesi olarak kabul edilebilir. Antalya’da başlayan hızlı kentleşme, daha sonra ilin doğu kıyılarında yer alan Manavgat ile Alanya’ya sıçrarken; batısındaki Fethiye ve Marmaris de hızlı nüfus artışından etkilenmiştir. Ülkemizdeki kentleşme konusuna son dönemde damgasını vuran bir başka faktörün de “terör” olduğu anlaşılmaktadır. Marmara Bölgesi’nde ve Akdeniz Bölgesi’nin Antalya bölümü kıyılarında yoğunluk kazanan hızlı nüfus artışına sahip kentlerin, bir diğer yoğunlaşma sahası da Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’dir. Bu iki bölgenin kentlerinde gözlenen nüfus artışı, Marmara ve Akdeniz kıyılarındaki kentlerimizden çok daha yüksek olduğu gibi, sayıları da oldukça fazladır. Bu nedenle, son 15 yılda kentlerin nüfuslarında gözlenen en önemli artışların bu bölge kentlerinde yaşandığını söylemek mümkündür. Doğu ve Güneydoğu Anadolu kentlerinde ortaya çıkan bu kentleşme modelinin, genel olarak “terör kaynaklı” olduğu dikkat çekmektedir. Bölgenin, güvenlik koşullarının yeterince sağlanamadığı kırsal alanlarından bölge kentlerine yönelik büyük göçlerin ilk varış noktası, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun il ve ilçe merkezleri olmuştur. Batman, Hakkari, Adıyaman ve Van il merkezlerinin yanı sıra Viranşehir, Yüksekova, Bismil ve Siverek son 15 yılda nüfusları hızla artan kentler olmuştur. Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde, terör olaylarından kaynaklanan bu kentleşme modelini, diğer ki modelden ayıran en önemli nokta, hiç kuşkusuz, bölge kentlerinin bu büyük göçün olumsuz etkilerini ortadan kaldıracak ekonomik olanaklara sahip bulunmamalarıdır. Bu açıdan, kırsal alandan bölge kentlerine yönelik bu göçlerin kademeli göçün ilk ayağını oluşturması ve daha sonra batıdaki diğer büyük kentlere yönelmesi beklenen bir olgudur. Bu durumun, öteden beri göç alan geleneksel merkezlerimiz ile yeni gelişen kentlerimizde çözümü çok güç sorunlar yaratacağı açıktır.

Comments


bottom of page